6 Mayıs 2013 Pazartesi

Kendimizi ne kadar tanıyoruz?



Kendimizi göründüğümüzden daha iyi mi tanıyoruz? Dove'un yapmış olduğu sosyal deney bu sorunun cevabını bize açık olarak gösteriyor. Video'yu izlemenizi öneririm ;)

12 Ocak 2013 Cumartesi

Algıya dair...

http://www.youtube.com/watch?v=LZeSZFYCNRw&feature=share

‎"Adamin biri Washington metro istasyonunda yere comelir ve kemanini calmaya baslar; soguk bir ocak ayi sabahidir. 45 dakika boyuca 6 Bach calar. Cogu insanin ise gitmek icin hareketlendigi bu yogun saat suresince 1100 kisinin istasyonun icinden gectigi hesaplanir.

Uc dakika gecer orta yasli bir adam muzisyenin caldigini farkeder. Yavaslar, bir kac saniyeligine durur ve sonrasinda aceleyle ilerler yapacaklarindan geri kalmasin diye.

Bir dakika sonra kemanci ilk bir dolarlik bahsisinin alir; bir bayan parayi kemancinin onune gecerken atmis ve hic durmadan yoluna devam etmistir.

Bir kac dakika sonra birisi dinlemek icin duvara yaslanir saatine bakar ve tekrar yurumeye baslar. Besbelli adam isine gec kalmistir.

En cok dikkat eden ise uc yasinda bir cocuktur. Annesi alelacele cekistiriken kendisini durup kemanciya bakar. Sonunda annesi kuvvetlice cekistirir cocugu ve cocuk surekli arkasina bakarak yurumeye baslar.Bu olay diger bir cok cocuk tarafindan tekrarlanir,fakat istisnasiz tum ebeveyinler cocuklarini yurumeye devametmeye zorlar.

Kemancinin 45 dakikalik gosterisi boyunca sadece 6 kisi durup bir sure bekler. 20 kisi kendisine para verir, sonra yine normal bir sekilde yurumeye devam ederler. 32 dolar toplar kemanci. Gosterisi bitipte etrafa sessizlik hakim oldugunda hic kimse farketmez bile.Kimse alkislamaz yada tanimaz.

Kimse az once dunyadaki yazilan eserler arasindaki en essiz parcayi 3.5 milyon dolar degerindeki kemaniyla calan bu kisinin dunyanin en yetenekli muzisyenlerinden Joshua Bell oldugunu farkina varmaz.

Bu olaydan iki gun once biletlerinin ortalama 100 dolar oldugu konserin biletleri yok satmistir.

Bu gercek bir hikayedir. Joshua Bell in bu metro istasyonunda kimligi belirsiz bir sekilde verdigi konser Washinton Post tafafindan algilama,zevk ve inanlarin onceliklerini kapsayan sosyal arastirmanin bir parcasi olarak tertip edilmistir.

Ozet olarak : Ortak bir cevrede, uygunsuz bir zamanda guzelligi algilayabiliyormuyuz? Durupta bunu takdir ediyormuyuz? Bir yetenegi beklenmedik bir icerikte tanimlayabiliyormuyuz?

Bu arastirmadan edinelecek muhtemel sonuclardan biri sudur : Eger dunyanin en unlu muzisyenlerinden birinin dunyada yazilan en iyi eserlerden birini calarken onu durupta dinleyecek bir dakikamiz bile yoksa, acaba daha neler kaciriyoruz hayatta?

Kaynak: Knowledge of Today (Çev:O.Öztürk)

19 Ağustos 2012 Pazar

Hafıza tanrıçası, mnemosyne

Nmemonic (Nimonik), bilgiyi akılda tutmaya yardım eden bir öğrenme tekniğidir. Dış çevreden gelen bilgiler beş duyumuz aracılığıyla beynimize iletilmekte ve beyin tarafından kaydedilmektedir. Yoğun olarak gelen bilgilerin pek çoğu gerekli olduğu zaman hatırlanmamaktadır.
Nimonik teknikler unutulan bilgilerin kolayca hatırlanmasını yada dış çevreden duyular aracılığıyla elde edilen bilgilerin hafızada tutulmasını sağlar.




Gregorian takviminin her ayının günlerinin sayısını akılda tutmanın nmemorize tekniğine göre yolu yukarıdaki resimdeki gibidir. Resimde her bir eklem çıkıntısı gün sayısı 31 gün olan ayları temsil etmektedir.

Minnesota Günleri....

Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında; 
Yekpare geniş bir anın 
Parçalanmış akışında, 
Bir garip rüya rengiyle 
Uyumuş gibi her şekil, 
Rüzgarda uçan tüy bile 
Benim kadar hafif değil. 

Başım sukutu öğüten 
Uçsuz, bucaksız değirmen; 
Içim muradıma ermiş 
Abasız, postsuz bir derviş; 

Koku bende bir sarmaşık 
Olmuş dünya sezmekteyim, 
Mavi, masmavi bir ışık 
Ortasında yüzmekteyim  

A.H.Tanpınar



tam bir ay oldu şaka gibi zaman hiç geçmeyecek zannettiğim ilk günün üzerinden tam 29 gün geçti. 

17 Ağustos 2012 Cuma

kimiz biz?


kendimize ve çevremizdeki insanlara baktığımızda gördüğümüz fakat kabullenmediğimiz ortak gerçekler ne? peki herkes nasıl aynı gerçekleri paylaşabiliyor? cevabı basit (!) Rovelver (Guy Ritchie-2005) filmi bu gerçekleri kabullenmesi için insana çok güzel deliller gösteriyor. Filme dair güzel çıkarımlar...

"...'Ego' diyor Yoav Dattilo 'en kötü özgüven hilebazıdır. Egodan daha kötüsünü hayal bile edemezsiniz çünkü onu göremezsiniz.'


29 Mayıs 2012 Salı

"Tanrının resmini çiziyorum"

2006 yılında yaptığı konuşması eğitim ve yaratıcılık hakkında çok güzel tespitlerde bulunmuş. konuşması hem eğlenceli hem eğitici hemde igneleyici 

izlemeye değer ;) 

http://www.ted.com/talks/ken_robinson_says_schools_kill_creativity.html

"eğer yanlış yapmaya hazırlıklı değilseniz hiçbirzaman orjinal birşey bulamazsınız."
"...eğer insanoğlu dünyadan yok olsaydı 50 yıl içerisinde bütün yaşam kendini yeniler ve gelişirdi"

önceki konuşmasının devamı niteliğinde 2011'de yaptığı diğer konuşması ise aşağıdaki video'da 

http://www.ted.com/talks/sir_ken_robinson_bring_on_the_revolution.html

"hayat çizgisel değil organiktir"
"üç yaşındaki bir çocuk altı yaşındaki bir çocuğun yarısı değildir"

1 Şubat 2012 Çarşamba

Zümrüd-ü Anka (Simurg: Kuşların hükümdarı)

Kuşlar: Hakikât Yolunun Yolcuları
Hüdhüd kuşu: Kuşların önderleri, kılavuzları
Simurg: Hakikat (Allah’ın zuhûr ve taayyünü)
Vadi: aşama

“… Günlerden bir gün, dünyadaki bütün kuşlar bir araya gelirler. Toplanan kuşların arasında hüthüt, kumru, dudu, keklik, bülbül, sülün, üveyk, şahin ve diğerleri vardır. Amaçları, padişahsız hiç bir ülke olmadığı düşüncesiyle, kendilerini yönetmek üzere bir padişah seçmektir. Hüdhüd söze başlar ve Hz.Süleyman’ın postacısı olduğunu belirttikten sonra; kuşların Simurg adında bir padişahları olduğunu söyler. Ama, hiç bir kuşun haberlerinin olmadığını, herkesin padişahının daima Simurg olduğunu belirtir. Ancak, binlerce nur ve zulmet perdelerinin arkasında gizli olduğu için bilinmediğini anlatır veSimurg’u arayıp bulmaları için kendilerine kılavuzluk edeceğini ilave edince; kuşların hepsi de hüdhüdün peşine takılıp onu aramak için yollara düşerler.


"Kuşkusuz bizim de bir padişahımız vardır. O da Kaf Dağı'nın ardındadır."
"Adı Simurg'dur, kuşların padişahıdır. O bize yakındır lakin biz ona oldukça uzağız." der.

Ama, yol çok uzun ve menzil uzak olduğundan; kuşlar yorulup hastalanırlar. Hepsi de, Simurg’u görmek istemelerine rağmen, hüthütün yanına varınca “kendilerince geçerli çeşitli mazeretler söylemeye” başlarlar.
Çünkü, kuşların gönüllerinde yatan asıl hedefleri çok daha basit ve dünyevî’dir..

Örnek olarak, bülbülün isteği gül; dudu kuşunun arzuladığı abıhayat; tavuskuşunun amacı cennet;
kazın mazereti su; kekliğin aradığı mücevher; hümânın nefsi kibir ve gurur; doğanın sevdası mevki ve iktidar; üveykin ihtirası deniz; puhu kuşunun aradığı viranelerdeki define; kuyruksalanın mazereti zaafiyeti dolayısıyla aradığı kuyudaki Yûsuf;

bütün diğerlerinin de başka başka özür ve bahanelerdir.
Bu mazeretleri dinleyen hüthüt, hepsine ayrı ayrı, doğru, inandırıcı ve ikna edici cevaplar verir. Simurg’un olağanüstü özelliklerini ve güzelliklerini anlatır.


Hüthüt söz alır ve şunları söyler. Söyledikleri, ayna ve gönül açısından ilginçtir:Simurg, apaçık meydanda olmasaydı hiç gölgesi olur muydu?
Simurg gizli olsaydı hiç âleme gölgesi vurur muydu?
Burada gölgesi görünen her şey, önce orada meydana çıkar görünür.
Simurg’u görecek gözün yoksa, gönlün ayna gibi aydın değil demektir.
Kimsede o güzelliği görecek göz yok; güzelliğinden sabrımız, takatımız kalmadı.
Onun güzelliğiyle aşk oyununa girişmek mümkün değil.
O, yüce lûtfuyla bir ayna icad etti.
O ayna gönüldür; gönüle bak da, onun yüzünü gönülde gör!
Hüthütün bu söylediklerine ikna olan kuşlar, yine onun rehberliğinde Simurg’u aramak için yola koyulurlar. Ama, yol, yine uzun ve zahmetli, menzil uzaktır. Yolda hastalanan veya bitkin düşen kuşlar çeşitli bahaneler, mazeretler ileri sürerler.

Bunların arasında, nefsanî arzular, servet istekleri, ayrıldığı köşkünü özlemesi, geride bıraktığı sevgilisinin hasretine dayanamamak, ölüm korkusu, ümitsizlik, şeriat korkusu, pislik endişesi, himmet, vefa, küskünlük, kibir, ferahlık arzusu, kararsızlık, hediye götürmek dileği gibi hususlarla; bir kuşun sorduğu “daha ne kadar yol gidileceği” sorusu vardır.
Hüthüt hepsine, bıkıp usanmadan tatminkâr cevaplar verir ve daha önlerinde aşmaları gereken “yedi vadi” bulunduğunu söyler. Ancak, bu “yedi vadi”yi aştıktan sonra Simurg’a ulaşabileceklerdir. Hüthütün söylediği, “yedi vadi” şunlardır.

1.Vadi :İstek; 2.Vadi:Aşk; 3.Vadi: Marifet; 4.Vadi:İstigna; 5.Vadi:Vahdet; 6.Vadi: Hayret; 7.Vadi: Yokluk (Fenâ)
Kuşlar gayrete gelip tekrar yola düşerler. Ama, pek çoğu, ya yem isteği ile bir yerlere dalıp kaybolur, ya aç susuz can verir, ya yollarda kaybolur, ya denizlerde boğulur, ya yüce dağların tepesinde can verir, ya güneşten kavrulur, ya vahşi hayvanlara yem olur, ya ağır hastalıklarla geride kalır, ya kendisini bir eğlenceye kaptırıp kafileden ayrılır.  Bu sayılan engellerin hepsi de Hakikât yolundaki zulmet ve nur hicaplarıdır. 
Bu hicaplardan sadece otuz kuş geçer.
Bütün vadileri aşarak menzil-i maksudlarına yorgun ve bitkin bir halde uzanan bu kuşlar, rastladıkları kişiye kendilerine padişah yapmak için aradıkları Simurg’u sorarlar.  Simurg tarafından bir görevli gelir. Görevli, otuz kuşun ayrı ayrı hepsine birer yazı verip okumalarını ister. Yazılarda, otuz kuşun yolculuk sırasında birer birer başlarına gelenler ve bütün yaptıkları yazılıdır. Bu sırada, Simurg tecelli eder.
Fakat, otuz kuş, tecelli edenin (!) bizzat kendileri olduğunu; yani, Simurg’un mânâ bakımından otuz kuştan ibaret olduklarını görüp şaşırırlar.
Çünkü, kendilerini Simurg olarak görmüşlerdir.
Kuşlar Simurg, Simurg da kuşlardır.
Bu sırada Simurg’dan ses gelir:
"Güneşe benzeyen bu dergâh bir aynadır".

Hasılı, otuz kuş, Simurg’un kendileri olduğunu anlayınca; artık, ortada, ne yolcu kalır, ne yol, ne de kılavuz...

Çünkü, hepsi TEK’dir.
Kuşlar böylece fani olduktan uzunca bir süre sonra onların tekrar kendilerine (varlık alemine) gelmelerine izin verilir. Kuşların geldikleri makam beka'dır.

Kaynak: F. Attar /MANTIKU'T-TAYR


"Tasavvuf edebiyatının başlıca eserlerinden olan Mantıku't-Tayr, tasavvufî bir temaya sahip olmasının yanı sıra kişinin tasavvufa dair ve tasavvuf yoluna dair bilgi edinmesi açısından da önemlidir. Zira kitapta tasavvufun temel prensipleri, özellikleri, kavramları ve inanç yapısı açıklanmıştır. Hüdhüd sırtında tarikat elbisesi ile tasvir edilirken Simurg Tanrı için bir sembol olmuştur. Kuşların her birinin zaafı kişinin tasavvuf yolunda o zaafa sahip olmasının kötülüğü ve sonuçları ile açıklanmıştır.
Simurg'a ulaşmanın yolu olarak saydığı vadiler tasavvufta sıklıkla kullanılan kavramlardır ve bireyin tasavvuftaki yolculuğunun çeşitli kademelerini, makamlarını belirlerler. Her vadiyi açıklanırken aslında o makamın özellikleri ve zorlukları açıklanır. Yolun sonuna varıldığında tasavvuftaki her şeyin Tanrı'nın bir yansımasından ibaret olduğu inancına dayanan bir şekilde dergâhın bir ayna olduğu ve Tanrı'yı sembolize eden Simurg'un da oraya varabilmiş (böylece Tanrı'da fena olmuş mutasavvıfları sembolize eden) kuşlar olduğu görülür. Nitekim burada Attar bir kelime oyununu vurgulamak istemiştir: Simurg sözcüğünün başındaki si sesini Farsça "otuz" anlamına gelen si ile ilişkilendirerek vurgulamıştır. Bununla birlikte bu Simurg sözcüğünün doğru etimolojisi değildir. Sözcüğün kökeni Pehlevi dilinden sn "kartal" ve murg "kuş"tan oluşmuştur. Ayrıca Attar eserin sonunda kendisi hakkındaki bölümde kendini ve durumunu şöyle anlatır:
'Ey Attar! Her an âleme yüz binlerce sır miskleri saçıp durdun.'
Aynı kısımda eseri için de şu tip ifadeler kullanır:
'Kitabıma dert gözüyle bak ki bendeki yüz dertten birine inanasın.'
'Bu kitaba dert gözüyle bakan kimse, devlet topunu kapıp Hakk'ın huzuruna kadar gider.'
'Bu kitap zamanın ziyneti ve süsüdür. Hem seçkinlere ve hem de avamdan insalara Hakk' yolu görmeyi nasip eylemiştir.'"
Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Mant%C4%B1ku't-Tayr

27 Aralık 2011 Salı

SELUKEIA SIDERA (BAYAT) ANTİK KENTİ

Goldodk ekibi ile birlikte 25.12.11 tarihinde pazar günü Isparta Atabey İlçesi'nin 7 Km güneyinde yer alan Bayat köyü yakınlarında bulunan Sidera antik kentine gittik.

Kentin kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Kentle ilgili google'da yaptığım araştırma ekseninde aşağıdaki bilgiye ulaşabildim: 

Seleukeia Sidera (Bayat) antik kenti muhtemelen Seleukos Kralı Seleukos I (MÖ 312-280) veya oğlu Antiokhos I (MÖ 280-261) tarafından kurulduğu söylenmektedir. Roma İmparatoru Cladius (MS 41-54) tarafından şehrin adı Claudia Seleukeia olarak değiştirilmiştir. MS 7. yüzyılda yaşayan Hierokles Pisidia'daki Seleukeiadan bahsederken diğer Seleukeialarla karışmaması için sonuna Sidera (Demir) adını eklemiştir. Kentte surlarla çevrili Akropol (Yukarı Kent), akropolün kuzeyinde Yunan tiyatrosu tarzında yamaca oturtulmuş tiyatro yer alır.


Tiyatronun Cavea (oturma sıraları) kısmı tahrip olmuştur. Sahne binasına yanlardan girişi sağlayan Vomitorium (Tonozlu giriş) ayaktadır. Akropolün güneybatısında Hellenistik devir bir tapınağın podyumu vardır. Alt kısımda tabanı basamaklı, 180x120 cm ebadında 20 m uzunluğunda tünelle inilen bir sarnıç yer alır. Akropolün güneydoğu yamacında ovaya bakan kısımda ardındaki kayaya hatıl delikleri açılmış bir kutsal alan mevcuttur. Bu yapının güneyinde iki tarafı apsisli (yarımay) bir yapı ortaya çıkmıştır. Yapının güney cephesi düzgün kesme taş olup, ön kısmında mozaik döşeli bir taban bulunmaktadır.


Akropolün kuzeybatı yamacında geniş bir mezarlık alanı bulunur. Mezarlıkta Sanduka mezar ve bol miktarda oda mezar mevcuttur.

Mezarların bir kısmı yüzeyde bir kısmı ise yer altında oda gibi alanlardaydı. bu şekilde bir ayrım mezar sahiplerinin tamamen gelirleri ile alakalıymış mezarlarda baş tarafında hefif eğimli bir çıkıntı vardı. bu çıkıntılar ölen kişinin başının vucudundan biraz daha yukarda durmasını sağlamak içinmiş. öğrendiğim ilginç durumlardan biride ölen kişinin ağzına o dönemin parası konulurmuş. ölen kişinin sandalla gelip alınacağına inanıldığı için yapılan bir uygulamaymış sandalcıya bahşiş olsun diye ölünün ağzına para konulurmuş...ilginç(!)