Zilhicce'nin sonunda;
"Ey ALLAH'ım (c.c.)! Bu sene, Senin razı olmayıp beni nehyettiğin şeylerden her ne yaptıysam ben onları unuttum, Sen ise unutmadın. Bana ceza vermeye kadirken mühlet verdin ve ben, Sana karşı gelme cüreti göstermişken beni tevbeye davet ettin. Ey ALLAH'ım (c.c.)! Ben bütün bunlardan dolayı senden mağfiret diliyorum. Beni mağfiret eyle! Ey Kerem sahibi! Ey Celâl ve İkram sahibi! Bu sene, Senin razı olup bana sevap vaad ettiğin hangi amelleri işlediysem, Senden dilerim ki onları benden kabul edesin ve Senden ümidimi kesmeyesin! Ey Kerem Sahibi, kabul eyle! Efendimiz Muhammed'e (SAV) ve âl-i Ashabına Salât-ü Selâm eyle! "
Muharremin başında;
“Bütün hamdler, alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir! Salat-ü selam, Efendimiz Muhammed’in ve al-i ashabının tamamının üzerine olsun!
(Elhamdülillâhi Rabbil-âlemîn. Vassalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn. Allahümme entel-ebediyyü’l-kadîm, el-hayyül-kerîm, el-hannân, el-mennân. Hâzihî senetün cedîdetün. Es’elüke fîhe’l-ısmete mineşşeytânirracîm, vel avne alâ hâzihinnefsil-emmâreti bissûi vel-iştiğâle bimâ yukarribünî ileyke, yâ zel-celâli vel-ikrâm, birahmetike yâ erhamerrâhimîn. Ve sallallâhu ve selleme alâ seyyidinâ ve nebiyyinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve ehl-i beytihî ecmaîn.)
Ey Allah! Sen Ebedi’sin, Kadim’sin (başlangıcın ve sonun yoktur)! Hayy’sın, Kerim’sin (hakiki hayat sahibi de kerem sahibi de ancak Sensin)! Hannan’sın, Mennan’sın (son derece acıyan ve çokça lütuflarda bulunan Rabbimizsin)!
işte bu yeni senedir! Ben bu sene Senden dilerim ki beni kovulmuş şeytandan ve onun dostlarından koruyasın, kötülüğü çokça emreden bu nefse karşı bana yardım edesin ve beni Sana yaklaştıran amellerle meşgul edesin.
Ey kerem sahibi! Ey celal ve ikram sahibi! Ey acıyanların en merhametlisi! Rahmetinle kabul eyle!”
Allah-u Teala, Efendimiz ve Peygamberimiz Muhammed (S.a.v), al-i ashabının ve Ehl-i Beyt’inin tamamına salat ve selam eylesin! derse,
şeytan: “Biz bu kişiden ümidi kestik!” der ve Allah cc. ona, kendisini sene boyunca koruyacak iki melek görevlendirir.” (Allame Safiri, Nüzhetü-l Meclis 1/156: Maü’l-ayneyn, Na’tü’l-bidayat, sh:165)
Şihabüddin es-Sühreverdi (Ks)’dan nakledildiğine göre, bu duayı (sene başı duasını) aşura günü üç kere okuyan o sene ölmekten emin olur. Zira eceli takdir edilen kişiye o gün bu duayı bu şekilde okumak nasip olmaz!
25 Kasım 2011 Cuma
24 Kasım 2011 Perşembe
öğretmenler günümüz kutlu olsun :)
Abraham Lincoln' den... (Oğlunun Öğretmenine Mektubundan
" Öğrenmesi gerekli biliyorum;tüm insanların dürüst ve adil olmadığını, fakat şunu da öğret ona: 'her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya karşı kendini adamış bir lider vardır.' Her düşmana karşı bir dost olduğunu da öğret ona. Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen, kazanılan bir doların, bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu öğret. Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve kazanmaktan neşe duymayı. Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu. Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona. Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını.
Eğer yapabilirsen; ona kitapların mucizelerini öğret. Fakat ona; gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği zamanlar da tanı. Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona. Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi.
Nazik insanlara karşı nazik, sert insanlara karşı sert olmasını öğret ona. Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma. Tüm insanları dinlemesini öğret ona, fakat tüm dinlediklerini gerçeğin eleğinden geçirmesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret. Eğer yapabilirsen üzüldüğünde bile nasıl gülümseyebileceğini öğret ona. Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret. Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini.
Ona, kuvvetini ve beynini en yüksek fiyata satmasını fakat hiçbir zaman kalbine ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret. Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret ona ve eğer kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa dimdik dikilip savaşmasını öğret. Ona nazik davran ama onu kucaklama. Çünkü, çeliği ancak ateş saflaştırır. Bırak sabırsız olacak kadar cesaretine sahip olsun, bırak cesur olacak kadar sabrı olsun. Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır.
Bu, büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsin bir bakalım. O ne kadar iyi, küçük bir insan. Oğlum.."
Öğretmenlik kutsal ve bir okadar da zor bir meslektir. mektup bu mesleğin özetini vermektedir aslında anlayana.
Öğretmenliğin özünde ilim vardır. Sözlükte “bilmek” anlamına gelen ilim, geniş bir tanımla “bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, gerçekle örtüşen kesin inanç (itikad), bir nesnenin şeklinin zihinde oluşması, nesneyi olduğu gibi bilmek, nesnedeki gizliliğin ortadan kalkması” gibi değişik şekillerde tarif edilmektedir. Bir ilme sahip olan kişiye ise Alim denilmektedir. geniş bir tanımda ise alim; bir şeyi derinlemesine tanıyıp mahiyetini idrak eden, bir konuda kesin bilgiye ulaşan ve bir şeyin hakikatine nüfuz eden kişidir.
Bu konulara ilişkin ayetler;
"Allah'tan kulları içinde ancak ilim sahibi olanlar korkar." Fatır Süresi 35/28
"De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?"Zümer süresi 39/9
“(Ne var ki) Müminlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar.” Tevbe Süresi 9/122
"Rabbimiz içlerinden onlara bir peygamber gönder; onlara ayetleri okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları kötülüklerden arındırsın" Bakara 2/129
Konu ile ilgili hadisler ise;
"Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizden en basitinize olan üstünlüğüm gibidir" Tirmizi, ilm 19
"Yalnız şu iki kimseye gıbta edilir: Allah'ın kendisine ihsân ettiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse; Allah'ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse." Riyazü's- Salihin
"Allah Teâlâ Hazretleri, melekleri, semâvat ehli, deliğindeki karıncaya, denizindeki balıklara varıncaya kadar arz ehli, halka hayrı öğretene mağfiret duasında bulunur." Kuttub-i Sitte
"Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyamet günü kimseyle ben yan yana bulunacağız.
"Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidâyet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak ve kaygan arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidâyet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile, buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir." Buhari
"İlim talebi için yola çıkan kimse dönünceye kadar Allah yolundadır. Tirmizi
"Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır."Riyazü's- Salihin
"Dünya ve onun içinde olan şeyler değersizdir. Sadece Allah'ı zikretmek ve O'na yaklaştıran şeylerle, ilim öğreten âlim ve öğrenmek isteyen öğrenci bundan müstesnadır."Riyazü's- Salihin
" Öğrenmesi gerekli biliyorum;tüm insanların dürüst ve adil olmadığını, fakat şunu da öğret ona: 'her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya karşı kendini adamış bir lider vardır.' Her düşmana karşı bir dost olduğunu da öğret ona. Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen, kazanılan bir doların, bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu öğret. Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve kazanmaktan neşe duymayı. Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu. Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona. Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını.
Eğer yapabilirsen; ona kitapların mucizelerini öğret. Fakat ona; gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği zamanlar da tanı. Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona. Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi.
Nazik insanlara karşı nazik, sert insanlara karşı sert olmasını öğret ona. Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma. Tüm insanları dinlemesini öğret ona, fakat tüm dinlediklerini gerçeğin eleğinden geçirmesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret. Eğer yapabilirsen üzüldüğünde bile nasıl gülümseyebileceğini öğret ona. Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret. Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini.
Ona, kuvvetini ve beynini en yüksek fiyata satmasını fakat hiçbir zaman kalbine ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret. Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret ona ve eğer kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa dimdik dikilip savaşmasını öğret. Ona nazik davran ama onu kucaklama. Çünkü, çeliği ancak ateş saflaştırır. Bırak sabırsız olacak kadar cesaretine sahip olsun, bırak cesur olacak kadar sabrı olsun. Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır.
Bu, büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsin bir bakalım. O ne kadar iyi, küçük bir insan. Oğlum.."
Öğretmenlik kutsal ve bir okadar da zor bir meslektir. mektup bu mesleğin özetini vermektedir aslında anlayana.
Öğretmenliğin özünde ilim vardır. Sözlükte “bilmek” anlamına gelen ilim, geniş bir tanımla “bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, gerçekle örtüşen kesin inanç (itikad), bir nesnenin şeklinin zihinde oluşması, nesneyi olduğu gibi bilmek, nesnedeki gizliliğin ortadan kalkması” gibi değişik şekillerde tarif edilmektedir. Bir ilme sahip olan kişiye ise Alim denilmektedir. geniş bir tanımda ise alim; bir şeyi derinlemesine tanıyıp mahiyetini idrak eden, bir konuda kesin bilgiye ulaşan ve bir şeyin hakikatine nüfuz eden kişidir.
Bu konulara ilişkin ayetler;
"Allah'tan kulları içinde ancak ilim sahibi olanlar korkar." Fatır Süresi 35/28
"De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?"Zümer süresi 39/9
“(Ne var ki) Müminlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar.” Tevbe Süresi 9/122
"Rabbimiz içlerinden onlara bir peygamber gönder; onlara ayetleri okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları kötülüklerden arındırsın" Bakara 2/129
Konu ile ilgili hadisler ise;
"Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizden en basitinize olan üstünlüğüm gibidir" Tirmizi, ilm 19
"Yalnız şu iki kimseye gıbta edilir: Allah'ın kendisine ihsân ettiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse; Allah'ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse." Riyazü's- Salihin
"Allah Teâlâ Hazretleri, melekleri, semâvat ehli, deliğindeki karıncaya, denizindeki balıklara varıncaya kadar arz ehli, halka hayrı öğretene mağfiret duasında bulunur." Kuttub-i Sitte
"Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyamet günü kimseyle ben yan yana bulunacağız.
"Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidâyet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak ve kaygan arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidâyet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile, buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir." Buhari
"İlim talebi için yola çıkan kimse dönünceye kadar Allah yolundadır. Tirmizi
"Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır."Riyazü's- Salihin
"Dünya ve onun içinde olan şeyler değersizdir. Sadece Allah'ı zikretmek ve O'na yaklaştıran şeylerle, ilim öğreten âlim ve öğrenmek isteyen öğrenci bundan müstesnadır."Riyazü's- Salihin
Hayatımızı doğru yönde şekillendirmede bizlere yardımcı olan, bizlere bilmediklerimizi öğreten, bildiklerimizi ise daha iyi anlamamıza vesile olan ve bütün zorluklara göğüs gererek bizleri yetiştiren öğretmenlerimizi saygıyla ve minnetle anıyor ve bu vesile ile kendilerinin 24 Kasım Öğretmenler gününü kutluyoruz.
Kaynak:http://guncelvaaz.com/index.php?option=com_content&task=view&id=401&Itemid=68
17 Kasım 2011 Perşembe
Bayramlar (!) ın ardından....
"nerede o eski bayramlar" klişesi gelir hemen herkesin (çocuklar hariç) aklına bayram geldiğinde ne kadar çok dillendirilmiş ki klişe olmuş...fakat ben öyle söylemeyeceğim evet çocukluğumun bayramlarını özlüyorum. Yaklaşık 50 defadır yaşıyorum bayramı ve ilk defa bu kurban bayramı hissettim... yaşadığımız güzellikleri telaşlarla örttüğümüzü...aslında değişen bayramlar değil biziz...değişen zaman algımız...çocukken zaman o kadar detaylarla çevrilidir ki günlerimiz bereketli ve uzun geçerdi şimdi ise zamanımız yine detaylarla çevrili ama bu defa ki detayların içeriği farklı...aslında değişen hiçbirşey yok değişen biziz önceliklerimiz....
yine bir bayramı Kurban bayramını geride bıraktık. güzeldi çünkü ilk kez çocukken baktığım gözle baktım ilk kez çocukken yaptıklarımı yaptım ve anladım ki değişen bayramlarım değilmiş...
Ülke olarak bayrama Van Depreminin gölgesinde girdik belki ama Van'ın yaralarını sarmak adına bayram da güzel vesileydi...ve çok güzel şeyler yapıldı...
ya bayramın ardından ...
9 Kasım’da meydana gelen 5.6 büyüklüğündeki depremde 25 kişinin öldüğü Bayram Otel’i tevafuk mu yoksa gerçekten aralarında bir ilişki kurmalıyız bilmiyorum ama bayramın ardından Bayram oteli...
yazıma destek ve güzellik katmak adına 16.11.11 tarihinde Murat Çetinkaya'nın yazmış olduğu yazıyı eklemek istiyorum:
Ne güzeldin sen Bayram Otel! ...Güvenlik kameralarından gördüm senin yıkılışını. Toz-duman içinde yerle bir oldun. Bir anda hem de. Enkazının fotoğraflarına baktım. Milyon dolar harcanan Amerikan yüzün görünmüyordu. Tek bir duvarın veya kolonun bile ayakta kalmamıştı. Taş ve moloz yığını haline gelmiştin. Altındaki onlarca insana geçici mezar olmuştun.
Biliyor musun Bayram Otel sen farklıydın...Gözümüzü açıp baktık mı? Kendimizi gördük mü? Ders aldık mı? Cevabı sen ver.
Biz “görsünler, desinler” anlayışının çocuklarıyız, Bayram Otel. Hayatlarımızı kendimiz veya bir kutsal için değil başka insanlar için yaşarız. Ayıplanmak günah işlemekten daha çok korkutur bizi. Meleklerin değil günahkârların bakışlarına daha çok değer veririz. Başkaları için giyinir, süslenir ve konuşuruz. Ve sonra biz de birileri için “başkası” olur, yargılarız ve ayıplarız.
Kalbimize dönüp bakmak yerine “Acaba ne derler?” diye sorarız. Bize varlığı armağan eden Zât’ın değil, başkalarının rızasını kazanmaya çalışırız. O yüzden kalbimiz yara-bere içinde veya paramparça olsa da aldırmayız, ama elbisemizin üzerinde bir yamaya tahammül edemeyiz. Duygularımızın kirlenmesi değil, ayakkabımıza bulaşan çamur daha çok rahatsız eder bizi. Görünmek var olmaktan önce gelir bizim için. O yüzden sabır, tevekkül, kanaat ve rıza uzağımıza düşer.
O yüzden, bir musibet gelip vurduğunda bize, tıpkı senin gibi, yıkılır kalırız. Kolay kolay ayağa kalkamayız. Avuç avuç depresyon ilacı yutar, psikolog ve psikiyatr kapısı aşındırırız.
Her büyük caddemizde en az yirmi bijuteri ve giyim mağazası bulursun ama bir kitapçı bulmak için sormak ve yürümek zorundasın. Bu ne demek biliyor musun Bayram Otel? Görüntümüz bizim için aklımızdan ve zihnimizden yirmi kat daha önemli demek! Aynı büyük caddelerimizin ışıl ışıl ve gösterişli oluşuna karşılık, arka sokakların sefalet içinde olabilmesi bundandır.
Çünkü biz insanları dış görünüşüne göre yargılarız. İnsanların ruhuna, duygu ve düşüncelerine değil elbisesine ve arabasına bakarız. Fakirken zengin gibi giyinmeye uğraşırız. Hem biz elbise giyinmeyiz, marka giyiniriz.
Siyasî hayatımız görüntüye tapınmaktan ve gösterişten kurtulamıyor. Hâlâ yöneticilerimiz bir şehre geldiğinde öğrenci, memur okulunu ve işini bırakıp kalabalık yapmak için karşılamaya ve törenlere gidiyor. Tören demişken, bizim resmî bayramlarımızın törenleri o kadar önemli ki, okullarda yüzlerce defa provası yapılır. Haftalar öncesinden hazırlıklara girişilir. Öğrencilerin derslerinden geri kalması önemsenmez. Önemli olan kendi kendimize gösteriş yapmaktır çünkü. O yüzden mi bilinmez, eğitim sistemimizin çürüklüğünden bahsedilir yıllar yılı.
Bizde biçim o kadar önemlidir ve insan hayatı o kadar önemsizdir ki, şaşırırsın Bayram Otel. Bayrağımıza saygısızlık yapıldı diye ayağa kalkarız, öfkeleniriz ama yüzlerce insanın iş kazalarında hep aynı şekilde hayatını kaybetmesine kayıtsız kalır, ortalığı birbirine katmayız.
Bayram Otel, sen artık yoksun. Ama senin yıkılışına neden olan biçimcilik hastalığı... Hem, din bize niyetlerimizin amellerimizden daha önemli ve hayırlı olduğunu söylese de, bizim için ameller niyetlerden daha fazla önem taşıyor. Bir amelin bizzat kendisine takılıp kalabiliyoruz. Bazen, meselâ, namazın Allah için kılınması gerektiğini unutabiliyoruz. Dinde zorlama yok, ama biz ergen çocuğumuza zorla namaz kıldırabiliyoruz...Binanın en önemli kısmının görünmese de temelleri ve sütunları oluşu gibi, bir insanın ve toplumun da ayakta kalmasını imanî ve manevî esaslara borçlu olduğunu unutuyoruz. O temeller ve sütunlar zayıfsa, küçük sarsıntılarda bile kişisel ve sosyal hayat binalarımız zarar görebiliyor.
Velhasıl, Bayram Otel, sen yıkıldın gittin ama senin temsil ettiğin görüntü düşkünlüğü varlığını hâlâ devam ettiriyor hayatımızda. Kim bilir ne zamana kadar!
bayram dedik ya....Ramazanın ayrı Kurbanın ayrı bir tadi vardır Türk kültüründe... ama ikisinin ortak yanları aynıdır. Arefe akşamlarının bereketi ve yoğunluğu, bayram namazına giden büyüklerin hazırlanışını gözlerini uykunun ağırlığından açamasanda hafızanda izlemen, bayram sabahı yapılan kahvaltı ve aile içi bayramlaşma, ziyaretler, şekerler, harçlıklar, büyükler, küçükler, saygı, sevgi, paylaşmak, özlem, sıla....herşey...
ya bayramın ardından ...
9 Kasım’da meydana gelen 5.6 büyüklüğündeki depremde 25 kişinin öldüğü Bayram Otel’i tevafuk mu yoksa gerçekten aralarında bir ilişki kurmalıyız bilmiyorum ama bayramın ardından Bayram oteli...
yazıma destek ve güzellik katmak adına 16.11.11 tarihinde Murat Çetinkaya'nın yazmış olduğu yazıyı eklemek istiyorum:
Ne güzeldin sen Bayram Otel! ...Güvenlik kameralarından gördüm senin yıkılışını. Toz-duman içinde yerle bir oldun. Bir anda hem de. Enkazının fotoğraflarına baktım. Milyon dolar harcanan Amerikan yüzün görünmüyordu. Tek bir duvarın veya kolonun bile ayakta kalmamıştı. Taş ve moloz yığını haline gelmiştin. Altındaki onlarca insana geçici mezar olmuştun.
Biliyor musun Bayram Otel sen farklıydın...Gözümüzü açıp baktık mı? Kendimizi gördük mü? Ders aldık mı? Cevabı sen ver.
Biz “görsünler, desinler” anlayışının çocuklarıyız, Bayram Otel. Hayatlarımızı kendimiz veya bir kutsal için değil başka insanlar için yaşarız. Ayıplanmak günah işlemekten daha çok korkutur bizi. Meleklerin değil günahkârların bakışlarına daha çok değer veririz. Başkaları için giyinir, süslenir ve konuşuruz. Ve sonra biz de birileri için “başkası” olur, yargılarız ve ayıplarız.
Kalbimize dönüp bakmak yerine “Acaba ne derler?” diye sorarız. Bize varlığı armağan eden Zât’ın değil, başkalarının rızasını kazanmaya çalışırız. O yüzden kalbimiz yara-bere içinde veya paramparça olsa da aldırmayız, ama elbisemizin üzerinde bir yamaya tahammül edemeyiz. Duygularımızın kirlenmesi değil, ayakkabımıza bulaşan çamur daha çok rahatsız eder bizi. Görünmek var olmaktan önce gelir bizim için. O yüzden sabır, tevekkül, kanaat ve rıza uzağımıza düşer.
O yüzden, bir musibet gelip vurduğunda bize, tıpkı senin gibi, yıkılır kalırız. Kolay kolay ayağa kalkamayız. Avuç avuç depresyon ilacı yutar, psikolog ve psikiyatr kapısı aşındırırız.
Her büyük caddemizde en az yirmi bijuteri ve giyim mağazası bulursun ama bir kitapçı bulmak için sormak ve yürümek zorundasın. Bu ne demek biliyor musun Bayram Otel? Görüntümüz bizim için aklımızdan ve zihnimizden yirmi kat daha önemli demek! Aynı büyük caddelerimizin ışıl ışıl ve gösterişli oluşuna karşılık, arka sokakların sefalet içinde olabilmesi bundandır.
Çünkü biz insanları dış görünüşüne göre yargılarız. İnsanların ruhuna, duygu ve düşüncelerine değil elbisesine ve arabasına bakarız. Fakirken zengin gibi giyinmeye uğraşırız. Hem biz elbise giyinmeyiz, marka giyiniriz.
Siyasî hayatımız görüntüye tapınmaktan ve gösterişten kurtulamıyor. Hâlâ yöneticilerimiz bir şehre geldiğinde öğrenci, memur okulunu ve işini bırakıp kalabalık yapmak için karşılamaya ve törenlere gidiyor. Tören demişken, bizim resmî bayramlarımızın törenleri o kadar önemli ki, okullarda yüzlerce defa provası yapılır. Haftalar öncesinden hazırlıklara girişilir. Öğrencilerin derslerinden geri kalması önemsenmez. Önemli olan kendi kendimize gösteriş yapmaktır çünkü. O yüzden mi bilinmez, eğitim sistemimizin çürüklüğünden bahsedilir yıllar yılı.
Bizde biçim o kadar önemlidir ve insan hayatı o kadar önemsizdir ki, şaşırırsın Bayram Otel. Bayrağımıza saygısızlık yapıldı diye ayağa kalkarız, öfkeleniriz ama yüzlerce insanın iş kazalarında hep aynı şekilde hayatını kaybetmesine kayıtsız kalır, ortalığı birbirine katmayız.
Bayram Otel, sen artık yoksun. Ama senin yıkılışına neden olan biçimcilik hastalığı... Hem, din bize niyetlerimizin amellerimizden daha önemli ve hayırlı olduğunu söylese de, bizim için ameller niyetlerden daha fazla önem taşıyor. Bir amelin bizzat kendisine takılıp kalabiliyoruz. Bazen, meselâ, namazın Allah için kılınması gerektiğini unutabiliyoruz. Dinde zorlama yok, ama biz ergen çocuğumuza zorla namaz kıldırabiliyoruz...Binanın en önemli kısmının görünmese de temelleri ve sütunları oluşu gibi, bir insanın ve toplumun da ayakta kalmasını imanî ve manevî esaslara borçlu olduğunu unutuyoruz. O temeller ve sütunlar zayıfsa, küçük sarsıntılarda bile kişisel ve sosyal hayat binalarımız zarar görebiliyor.
Velhasıl, Bayram Otel, sen yıkıldın gittin ama senin temsil ettiğin görüntü düşkünlüğü varlığını hâlâ devam ettiriyor hayatımızda. Kim bilir ne zamana kadar!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)