Öğrenciler bu büyük beyinden ne alabiliyor, söylediklerinin ne kadarını algılıyor bilinmez ama aralarından biri konferansın sonunda Fromm’a bir soru yöneltiyor. “Sahip Olmak ya da Olmamak adlı kitabınızda, bildiğimiz anlamda varlık ve yokluğu mu anlatıyorsunuz yoksa bu isim daha çok yaratıcılıkla mı ilgili. Mesela erkek güçlü görünür ama yaratan, doğuran, dolayısıyla türün devamını sağlayan kadındır. Bunu mu anlatmak istediniz?”
Filozof bilim adamı bu ufak tefek öğrenciyi dikkatli gözlerle süzüyor ve “Herkes gittikten sonra biraz kalır mısın benimle!” diyor.
Ve öyle de oluyor. Öğrenci ile Erich Fromm kütüphane salonunda baş başa kalıyorlar. Fromm onun merak ettiği konuları cevapladıktan sonra; “Belli ki sen düşünen bir insansın. Hayatın boyunca hiç unutmaman gereken bir şey söyleyeceğim sana. İleride zaman zaman kendini yalnız hissedeceksin, bunalacaksın. O zaman gökyüzüne bak. Göreceksin ki ışık saçan yıldızlar tek tektir, gökyüzüne serpiştirilmiştir, yalnız başınadır, örgütsüzdür. Buna karşılık karanlık örgütlüdür, bütündür, her yeri kaplar. Umutsuzluğa düşme ama bu gerçeği de hiç unutma.”
Sonra delikanlıya soruyor: “Şimdi söyle bakalım. Kimsin, nesin?”
Genç adam “İsmim Hüseyin!” diyor. “Almanya’ya göçmüş bir ailenin çocuğuyum.”
Erich Fromm ayrılırken Hüseyin’e diyor ki “Bak delikanlı. Bundan sonraki öğrenimini ben karşılayacağım. Erich Fromm bursuyla okuyacaksın.”....
Yukarıdaki metni ZülfÜ Livaneli'nin 13.12.11 tarihli "Karanlıkta yıldız gibi parlayan bir hekim" yazısından aldım
Büyük insanların büyüklüklerini büyük sözlerinden değil büyük sözler söylemelerine neden olan yaşam tarzları ve tarzlarının başkalarında şekillenmesi belirliyor sanırım.
Erich Fromm; 20.yy'da yaşamış Almanya doğumlu Amerikalı ünlü bir psikanalist ve sosyologdur. İnsancıl dünya görüşünü benimseyen Fromm, kapitalizmi ve komünizmi karşıt düşünceleri ile bilinmektedir.
"to have or to be" (sahip olmak ve olmak) kitabında "sahip olmak" ve "olmak" kavramlarını sorgulamakta ve sorgulatmaktadır. "Sahip olmak", istediğini elde edip onu kendi egemenliğine almak ve saklamak şeklinde bir tutkudur. İnsanın bulunduğu toplumdaki değişim ve gelişmeler sonucu ortaya çıkar. "Olmak" ise insanın varolan özelliklerini değerlendirmesi ve zenginleştirmesiyle oluşur.
Kitapta yer alan üç şiirde üç şairin ayrı ayrı bir çiçeğe yaklaşımları yer almaktadır. Kitabın özünü bu şiirler ve şairler çok iyi anlatmakatdır. Yoldan geçerken çatlak bir duvarın arasında açmış küçük çiçegi farkeden (olmak) Japon şairin mısraları, beğendiği çiçegi koparan (sahip olmak) Amerikan şairin mısraları ve beğendiği çiçegi kökünden sökerek bahçesine diken Alman şairin mısraları
Bu eksende islami literatüre bakıldığında;
Allah insana verdiği “akıl nuru” ile Allah insanı yeryüzünün imar ve tamirine görevlendirdi. Bu nedenle Allah insanı halife yaptı ve eşyayı onun emrine vererek yeryüzünün imar ve tamirine muktedir kıldı. Her şeyi emrine verdi. (Bakara, 2:29-30; Hud, 11:61) Akıl nuru ile yeryüzünün nizamı ve insanlığın idaresi zuhur eder. Bu nedenle halifelik mahlukât üzerinde idarecilik yetkisidir. (Nur, 24:55; Neml, 27:62; Bakara, 2:30)
Her şeyin mülk ve melekût yüzleri Allah’a çevrilmiş olduğu için “Siz nereye yönelirseniz Allah’ın vechi oradadır.” (Bakara, 2:115)
“Ben kulumun gören gözü, işiten kulağı ve gören gözü olurum” (Buhari, Rikak, 38; Müslim, Birr, 43)Ibn Arabî'ye göre Allah'ın varlığı âleme nisbetle bir ayna gibidir; duyulur ve akledilir türden bütün varlık o aynada görünür. Bunun tersi de düşünülebilmektedir; yani Allah'ın zâtında hiçbir değişme ve çoğalma söz konusu olmaksızın O varlığa tecellî etmektedir; dolayısıyla tüm varlık Allah'ın aynası durumundadır. Bu öğretide Allah gerçek varlık kâinat ise geçici gölge varliktır. Aslında mümkün varlıkların temeli yokluktur (adem) çünkü sonlu sınırlı ve zamanlı olan bir şeyin varlığı vehim ve hayâlden başka bir şey değildir. Zira nesneler her an var ve yok olmaktadır fakat bu durum o kadar hızlıdır ki duyu ve akıl onları daima var olarak görür. İbn i Arabî tek ve gerçek varlık olan Allah'dan bu evrenin nasıl meydana geldiğini yani bırden çokluğun nasıl oluştuğunu yorumlarken anahtar kavram olmak üzere "sabit gerçeklikler" terimini kullanır. Bu Allah'ın evren hakkındaki bilgisine ait hakikatlerdir. Bir başka söyleyişle Allah'ın ezelî bilgisindeki modellerdir; bu sebeple sâbit gerçeklikler denilmektedir. Allahın isim ve sıfatlarının biçimleri olmalarından dolayı ilâhi gerçekliklerdir. Aynı zamanda bunlar varlığın gerçekleşmesinin dayanığıdır. A`yân-ı sâbitenin ilâhî feyiz sayesinde dışa vurması varlığın ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder